Mesut Erdemir
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Bir şair, bir filozof, iki farklı tavır

Bir şair, bir filozof, iki farklı tavır

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

BİR ŞAİR, BİR FİLOZOF, İKİ FARKLI TAVIR

Bu yazımda biri şair diğeri filozof olan iki insanın yaşadıkları benzer bir olay karşısında sergiledikleri iki farklı tavırdan bahsetmek istiyorum. Bu insanlardan biri şair Orhan Veli Kanık diğeri ise filozof Rene Descartes’tır.

Orhan Veli’yi, yazar arkadaşı Sait Faik bir röportajında şöyle betimler: “ İki incecik bacak, kısa bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles bir yüz, şişirilmiş bir göğüse benzeyen bir sırt, -denebilirse- ergenlik bozuğu bir yüz.”

Sait Faik, arkadaşını anlatırken onun mütevazi kişiliğini sıradan bir “kişilik” olmakla karıştırmayın dercesine bir betimleme yapar. Bu tip insanları, yaşamın içinde bir yerlerde bulabilirsiniz. Böylesine mütevazi bir görünüşün altında, dünyaya sanıldığından daha farklı bakan bir insanı görmek mümkündür. Ayrıca bu tip insanlar sanıldığı kadar da az değillerdir.  Sadece onları fark etmek için özel bir çaba sergilememiz gerekir.

Bilinmesi gereken şudur ki, kendi kaderimizi başkalarının yazmasına ne zaman müsaade etmezsek işte o zaman insan olmayı başarabilmişiz demektir. Bütün derdimiz ve tasamız, insan olmak olmalıdır. İnsan var olanı kabullenmek yerine, bizatihi var olduğunu kabullenerek hayata adım atmaya başladığında başkalarının bizlere önerdiği adımları takip etmekten vazgeçer. Hayatı tek cümleyle özetlemek gerekirse, “hayat akıp gitmekte olana tavır almaktır.” diyebiliriz.

Hayata ve kendisine sunulana karşı tavır almanın en güzel örneklerinden birini Orhan Veli sergilemiştir.

Neden Kabul Etmedi?

Bazen hafızamız kendini inkâr eder. Hatta unutma, hafızamıza bir isyandır da diyebiliriz. Bu sebeple şairlerin şiirlerinin hikâyeleriyle çok fazla ilgilenmeyiz. Onlar şiirleriyle hafızamıza, dik durmayı öğretirler. Anlatacağım bu olay, edebiyat tarihimizin en aydınlık yerinde duran, dik durmanın, isyanın, şiirin ve şairin hası böyle olur dedirten bir olay.

Sait Faik bir gün Orhan Veli’ye ne bu nasır (Kitabe-i Seng-i Mezar) şiiri nerden çıktı diye sorar.  “Bildiğim kadarıyla sende nasır falan da yok. Niye böyle bir şiir yazdın?” der.  Orhan Veli ise Sait Faik’e “Süleyman Efendi’nin ahı tuttu. Bende de nasır çıktı.” diyerek esprili bir dille cevap verir.

Yazdığı şiir, onu kaleme alan şairin kaderi olur mu?  Ne dersiniz? Elbette olur. Daha ilginç olanı ise şaire “Kitabe-i Seng-i Mezar” şiiriyle ilgili olarak bir ecza laboratuarının şaire sunduğu tekliftir. Şimdi şiiri okuyalım, bakalım şair ne demiş, daha sonra ise şaire ecza laboratuarının sunduğu teklife bakalım.

“Hiçbir şeyden çekmedi dünyada

Nasırdan çektiği kadar;

Hatta çirkin yaratıldığından bile

O kadar müteessir değildi;

Kundurası vurmadığı zamanlarda

Anmazdı ama Allahın adını,

Günahkar da sayılmazdı.

Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.”

Okuduğunuz bu şiiri, teklifi sunan İstanbul’daki ecza laboratuarı satışa çıkaracağı nasır ilaçlarının ambalajına koymak ister.  Şaire yüksek miktarda para teklif ederler. Orhan Veli bu teklif karşısında Sait Faik’e ” O şiir, nasır ilaçlarının kutularına değil, şiir antolojilerine girsin diye yazılmıştır.” der.

Ne diyebilirim ki…

Benim gibi culsuzlara

“Cep delik, cepken delik,

Kol delik, mintan delik,

Yen delik, kaftan delik,

Kevgir misin be kardeşlik !”

“Delikli Şiir”iyle ayar veren Orhan Veli’ye selam olsun.

Kraliçenin Kaprisi ve Descartes

Sizlere anlatmak istediğim ikinci anekdot ise Descartes’ e aittir.

“Descates‘ın talihsizliği nedir?” Filozofumuzun talihsizliği sabahın çok erken vaktinde kalkmak zorunda kalkması olmuştur. İsveç kraliçesi Christina’nın sarayına davet edilme şerefine eriştiğinde, kraliçenin günlük eğitim istediğini dehşetle öğrenir. Çünkü kraliçenin tek boş vakti sabahın 5’iydi. O ise yataktan kalkmadan düşünmenin ne kadar keyifli olduğunu bilen bir insandır. Ama nafile erkenden saraya gitmek zorunda kalır. En nihayetinde sabahları erken kalkmak filozofu zorlar ve zorlanmak onu ölümüne sebep olur!

Benim Descartes’le ilgili anlattığım bu kısa hikâye devede kulak misalidir.  Bir de Onu Tarık Tufan’dan dinlemek gerekir.

Tarık Tufan ” Kraliçenin Pireleri ” adlı yazısında Descartes  için  yüzündeki her bir çizgide şiddetli yaşam sorgulamalarının hikayesinin gizli olduğunu söyler.  Mutlak doğrulara ulaşmak adına nesnelerle, sözcüklerle giriştiği kıyasıya kavgadan yorgun düşen zayıf bir vücuttan söz eder. Her şeye rağmen karşısındakilere güven telkin eden, sıcak bir inandırıcılık hissettiren bir bilgi savaşçısının bir portresini çizer.  Onun, beynini kemiren şüphelere karşı olağanüstü bir çabayla mücadele eden ve kafa tutan bir düşünür olduğunu ifade eder.

Yazar, Descartes’ın yaşam fotoğraflarının bir çok ilginç hikâyeyi barındırdığını söyledikten sonra bu hikâyelerden bir tanesinin oldukça hüzünlü bir hikaye olduğunu belirtir.   ” Duyduğumda boğazımı düğümleyen, yutkunmamı zorlaştıran bir hikaye.” der.

Gelelim filozofun yaşam hikâyesini Tarık Tufan’ ın yazısı üzerinden takip etmeye.

“1649 yılına gelindiğinde Descartes hayatının dönüm noktalarından birini yaşadı. Kraliçe Christina’ya felsefe dersleri vermek üzere Stockholm’e davet edildi. Burada bulunduğu ilk altı hafta içinde vaktini dilediği gibi kullanmakta özgürdü. Bundan sonra ise kraliçe ile birlikte felsefe çalışmaları yapacaktı.”

Filozofun bu  daveti niçin kabul ettiğini bilmiyorum.  Fakat Descartes’ın keyfinin pek yerinde olmadığını görüyoruz. Bir yazısında “burada kışın, insanların düşünceleri sular gibi donuyor” diyordu. Belki para, belki ilgi görme isteği ya da bilemediğimiz bir sebep onu Stockholm’de tutmuş olabilir.  Ayrıca  “Kraliçe’nin, felsefeye dair henüz bir şey görüp görmediğini bilmiyorum; bundan alacağı zevk hakkında da hüküm veremem…” diyerek endişeli durumunu dile getirir.  

“Descartes, Kraliçe’ye belirli günlerde gidip felsefe dersleri veriyordu. Anlatılanlara göre Kraliçe bu dersleri yatağına uzanarak dinliyordu. Çoğu zaman da çıplak olarak derslere iştirak ediyordu.” Saygısızlığa bakarmısınız.  Sadece bununla da kalmıyordu. O dönem Avrupa da yaygın olan pireler sarayda da kendini göstermeye başlamış ve hanımefendi yatağına çıplak bir hâlde uzanarak Descartes’ın felsefe dersleri dinliyor, zanaatkârlara yaptırdığı altın-gümüş karışımı bir topla üzerinde gezen pireleri öldürmekle meşgul oluyormuş. Descartes ise ona bütün ruhunu alev alev saran “cogito ergo sum” önermesinin dayanaklarını kavratmaya çalışarak beyhude bir çaba sergiliyordu.  

“Zavallı” Descartes!…

“Çelişkinin tam ortasında, ayağında uzun süredir giydiği Hollanda tipi pantolon, utancından başı öne eğik, yüzünü gizlemeye çalışıyordu. Majesteleri bu yolla kendini tatmin ederken, Descartes üçüncü sınıf bir yeşilçam filminin aktörü gibi rol kesiyordu. Acı, utanç ve hüzün vücudunun her zerresine sinmişti. Sırf bunun için kendini affetmeyecekti. Rasyonel düşünce, metodik şüphe, çıplak Kraliçe ve pireler. Tüm bunların ortasında zavallı bir adam… Kraliçe, maskeli balolarda, felsefeye yaptığı katkılardan dolayı yalaka soyluların alkışlarını toplarken, Descartes’in payına, kendi yavrularını yiyen bir kedinin şaşkın hüznü düşüyordu. Gün geçtikçe Descartes’in acısı arttı. Bu da sağlığının bozulmasına yol açtı. Saraya geldikten birkaç ay sonra, 2 Şubat 1650’de pnömoni’ye yakalandı ve çok bir yaşta hayata veda etti.” 

“Kraliçe Christina ise 37 yıl daha soylu alkışların cazibesinde yaşamını sürdürmeye devam etti. Descartes’in son anlarından ağzından tek bir cümle döküldü: “Ey ruhum gidelim.” Ölüsü kendi parası ile kaldırıldı. Yalaka soylular arkasından ağlamadılar. Onun için basit bir cenaze töreni yapıldı. Vaftiz olmamış ve ergenlik yaşına gelmemiş çocukların defnedildiği bir mezarlığa gömüldü. 1666’da kemikleri Fransa’ya taşınırken yolda çalındı. Bir gün kalem sahibi olacaksınız, akademisyen olacaksınız. Majesteleri size danışmanlık teklif edecek, üst düzey yöneticilik vaat edecek. Sizden karşılık olarak, o çırılçıplak ipek yatağında uzanırken, pirelerini kovalarken, aşktan söz etmenizi, erdemden, onurdan, devrimden söz etmenizi isteyecek sahte bakışlarla. Zihninizin ırzına geçecekler.Tüketecekler sizi…”

Yazar ne kadar yazısını hüzünlü ve karamsar cümlelerle bağlamış olursa olsun dünya kendisine sunulanlara tavır almayı bilenler sayesinde değişecektir. Baki olan sadece ölümdür, o da sadece şimdilik…

Bir şair, bir filozof, iki farklı tavır
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberite.com ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin