2002’den beri “asgari” diyoruz. Minimum diyoruz. En az, en düşük diyoruz.
Peki ne oluyor? Çalışan da ağlıyor, işveren de…
Bakınız TÜİK’in, OECD’nin rakamları ortada. Enflasyon %80’i aştı diyorlar ya… Hani şu market poşetini dolduramadığın, kiranı zor ödediğin enflasyon…
Asgari ücretli, ayın sonunu getiremiyor. İşveren, işçisinin maaşını ödeyemiyor. İkisi de sistemin kurbanı…
Ne diyor araştırmalar? Her 100 çalışandan 34’ü ile 55’i arasında asgari ücret… Yani her iki kişiden biri… Düşünün, koca Türkiye’de…
İşçi diyor ki: “Açlık sınırının altındayım…” “Çocuğuma süt alamıyorum…” “İkinci iş arıyorum…”
İşveren diyor ki: “Batıyorum…” “Rekabet edemiyorum…” “Kapatıyorum…”
Eskiden fabrika açılışı haberleri okurduk gazetelerde… Şimdi “iflas” haberleri… Eskiden işçi sendikası vardı… Şimdi “kayıt dışı çalışma” var…
Nitelikli eleman kaçıyor… Kimisi Almanya’ya… Kimisi İngiltere’ye… Burada kalanlar da “ay sonunu nasıl getireceğim” derdinde…
İşte durum böyle… Asgari ücret artıyor, ama mutluluk artmıyor. Rakamlar büyüyor, ama cüzdanlar küçülüyor. Ve her iki taraf da kaybediyor…
Bu düzen böyle gitmez diyoruz ya… Gidiyor işte… Hem de enteresan biçimde…
Saygılarımla
Yorumlar kapalı.