Türkiye siyasetinde şu günlerde oldukça sarsıcı bir tablo var. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinin ardından, iktidar kanadının CHP’li belediyelere yönelik söylemleri, aslında kendi iç çözülmüşlüğünün ve siyasal panik durumunun en net yansıması haline gelmiş durumda.
Erdoğan ve AKP’li bakanların söylemleri, artık salt bir siyasal retorikten öte, bir varoluş mücadelesinin işaretlerini taşıyor. Her açıklama, her suçlama, aslında iktidarın kendi zayıflıklarını örtme çabasının bir parçası. “Kaynak israfı”, “yolsuzluk”, “usulsüzlük” gibi etiketler, sistemli bir şekilde CHP’li belediyelerin üzerine yapıştırılmaya çalışılıyor.
Bu stratejinin temelinde ne yatıyor? Açık olan şu ki, iktidar kendi yönetimsel çöküşünü, başarısızlıklarını ve toplumsal meşruiyet kaybını CHP’li belediyelerin üzerine yıkmak istiyor. SGK eliyle uygulanan haciz işlemleri, İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin gibi büyükşehir belediyelerinin mali kaynaklarını kısıtlamaya yönelik sistemli bir baskı politikasının somut göstergesi.
Peki gerçek nedir? Gerçek, iktidarın kendi yönetimsel krizini gizleme çabasında. Her suçlama, her tehdit, aslında iktidarın toplumsal rızayı kaybetme korkusunun bir yansıması. CHP’li belediyeleri “millet düşmanı” olarak nitelendirmek, “terör örgütleriyle ilişkili” göstermek, tam da bu psikolojik savunma mekanizmasının ürünü.
Tarihsel bir perspektiften bakarsak, bu süreç Roma İmparatorluğu’nun çöküş dönemini andırıyor. Merkeziyetçi yönetim, gücünü kaybettikçe daha saldırgan, daha manipülatif bir söylem geliştiriyor. Halktan kopuş, meşruiyet kaybı, sistemin kendi içindeki çürümeyi örtme çabası…
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın “temizlik harekâtı” söylemi, Çevre Bakanı Mehmet Özhaseki’nin “standartların altında” eleştirileri, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “kadrolaşma” suçlamaları – hepsi aynı senaryonun parçaları. Amaç, toplumsal algıyı yönetmek, gerçek sorunların üzerini örtmek.
Haciz işlemleri, bütçe kısıtlamaları, sürekli denetim tehditleri – bunlar sadece siyasal bir intikam değil, aynı zamanda halkın yerel yönetimlerden alacağı hizmetleri engelleme politikasının araçları. Büyükşehir belediyelerinin hizmet üretme kapasitesini zayıflatmak, toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek için sistemli bir yaklaşım.
Unutulmamalı ki, her iktidar kendi sonunu hazırlar. Roma İmparatorluğu gibi, toplumdan kopan, gerçeklerden uzaklaşan yönetimler er ya da geç yıkılmaya mahkumdur. Erdoğan ve AKP’nin bugün sergilediği tavır, tarihin tekerrüründen başka bir şey değil.
Bu süreç Türkiye demokrasisinin olgunlaşma sancıları olarak da okunabilir. İktidar ne kadar baskılarını artırırsa artırsın, gerçekler er ya da geç su yüzüne çıkacaktır. Bugün yapılanlar, yarının tarih kitaplarında demokrasi mücadelesinin bir başka sayfası olarak yerini alacaktır.
Türkiye, siyasal tarihinin en kritik dönemecinde. Ya demokrasi ve şeffaflık kazanacak, ya da otoriter eğilimler toplumsal dirençle karşılaşacak.
Saygılarımla