Demokrasi, insanlığın tarih boyunca peşinden koştuğu en yücel ideallerden biridir. Atina’nın dar sokaklarında filizlenip Roma’nın forumlarında boy veren, Aydınlanma Çağı’nda kökleşen demokrasi, bugün dünyanın bazı bölgelerinde berrak bir su gibi, bazı yerlerindeyse çamurlu bir derya olarak karşımıza çıkıyor.
Bu devasa okyanusun içinde Türkiye, boğuşan bir can simidi gibi… Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne, demokrasi mücadelesi hep devamlılığını korudu. Darbeler, vesayet rejimleri ve siyasal manipülasyonlarla demokrasi gemimiz, zaman zaman yelkenlerini kaybetse de hep yoluna devam etti. Bugün bu geminin hala su üstünde olması, bu ülkenin insanının dirayeti ve umudunun bir kanıtıdır.
Kuvvetler Ayrılığı: Bir Denklem Mi, Bir Kaos Mu? Yasama, yürütme ve yargı… Demokrasi teorisinin bu üç temel ayağı, Türkiye’de pratikte karmaşık bir denkleme dönüşüyor. Teoride birbirinden bağımsız olan bu organlar, kimi zaman birbirinin boynuna sarılmışçasına iç içe geçiyor. Bu durum, demokrasi oyununun en hassas parçasını oluşturan denetim ve denge mekanizmasının çoğu zaman işlevsiz kalmasına yol açıyor.
Demokrasinin özü ifade özgürlüğünde yatar. Ancak bugün Türkiye’de bir tweet atmak ya da bir karikatür çizmek bile mahkeme salonlarında sonlanabiliyor. Muhalefet etmek ise suya yazı yazmak gibi… Toplumun çeşitli kesimleri susmak ya da baskılarla boğuşmak arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılıyor. Buna rağmen, çatlak sesler her zaman var ve bu sesler demokrasinin can suyu olmaya devam ediyor.
Peki ya umut? Elbette umut hep var! Sivil toplum kuruluşları, cesur gazeteciler, yaratıcı gençler, çalışkan kadınlar ve toplumun azınlık grupları, bu ülkenin demokrasi kahramanları. Onlar, sistemin çatlaklarından sızan ışığı yakalayan ve demokrasinin geleceğine tohum eken neferlerdir. Demokrasi, onların mücadelesiyle büyüyor ve yeşeriyor.
Uluslararası demokrasi endekslerinde Türkiye, “demokrasi yolunda” kategorisinde yer alıyor. Ne tamamen sınıfta kalmış ne de tam anlamıyla bir başarı hikayesi yazabilmiş durumda. Ancak bu, potansiyelimizin olmadığı anlamına gelmiyor. Zorlukların farkında olan bir toplum, gelişim potansiyelini de her daim korur.
Teknoloji çağı, demokrasinin hem nimetlerini hem de lanetlerini beraberinde getiriyor. Bir yanda şeffaflığı artıran dijital iletişim imkânları, diğer yanda bireylerin gözetlenme kaygısı. Sosyal medya, halkın sesi olurken aynı zamanda dezenformasyonun da yayılma alanına dönüşüyor. Bu ince dengeyi kurmak, demokrasinin geleceği için kritik bir önem taşıyor.
Demokrasi, sadece sandığın ötesinde bir anlayışı gerektirir. Eleştirel düşünceyi, farklılıklara saygıyı ve katılımcılığı öğretmeden, gerçek bir demokrasi inşa edemeyiz. Okullarımızda bu bilinci aşılamak, yarının demokrasi neferlerini yetiştirmenin anahtarıdır.
Kadınlar olmadan da demokrasi olmaz. Siyasal kararlarda, yerel yönetimlerde ve parlamentoda kadınların sesi artmadıkça, demokrasinin kökleşmesi mümkün değildir. Türkiye’nin demokrasi yolculuğu, ancak toplumun yarısını oluşturan kadınların aktif katılımıyla anlam kazanabilir.
Demokrasi, bir hedef değil; bitmeyen bir yolculuktur. Türkiye, bu yolda kimi zaman tökezler, kimi zaman düşer ama her defasında ayağa kalkmayı başarır. Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözü, bu yolculuğun özünü en iyi özetler:
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”
Demokrasi, bu anlayışı benimsemekle gerçek anlamını bulur. Türkiye’nin geleceği, demokrasi yolculuğundaki azim ve kararlılığında gizlidir.
Saygılarımla