AKLIN AKLI VAR MI?…
Annem, benim en büyük kılavuzumdu. Ve O, “her insan zaman zaman dar boğazlardan geçer” derdi.
Uzun yıllar önceydi, o daracık boğazdan ben de geçtim. Sırtıma sürtünen kıyıları, boğazıma kadar gelen suları, yine boğazımdan çıkmayan feryatları, havayı kucaklayan kollarımı,…taa içimde hissettiğim zamanlardı o zamanlar. İnsanın düşünemediği anlar oluyor tabii ki, sonunda “Allah’tan bitti “, bazen de “iyi ki yaşadım” dediği… Böyle zamanlarda sanırım insanın ilk yaptığı şeylerden biri “içine” inmek,”içine” çekilmek. Böyle anlarda, yaşarken öğrendiklerini ve yaşarken doğruluğuna inanıp süzdüklerini indiriyor hafızasından. Ardından, Alaaddin’in sihirli lambası gibi biraz ovalandığında ortalığa dökülenlere, insanın kendi bile şaşırıyor! Meğer oralarda neler varmış, hazine sandığı içindeymiş meğer. Ne merdivenlere çıkıyor, ne merdivenlerden iniyor, ne tozlu rafları kurcalıyor insan.. Oralarda ne bohçalar, bohçalar içinde ne anılar buluyor da, indiği “içinden’ çıkmak istemiyor bir türlü. Anlıyor ki, dert içine işlediyse, devası da yine içinde. Sadece biraz yavaşlamak ve bakmak gerekiyor, sakince dinlemek ve anlamak. Çünkü GERÇEĞİ ISKALAMA diyor hayat! Önce gerçeği bul ve kabul et, ardından onunla yüzleş. Daha sonra hangi savaşa gireceksin ya da hangi masadan kalkacaksın karar verirsin/verebilirsin/vermelisin!
Bu geliş gidişler, bu öldürücü salınım,
İçimde bir girdap gibi emiyor kuvvetimi.
Sade bakıyor ve duruyorum,..çaresiz.
Anlamak ne mümkün bu hoyrat gerçegi!
( 18.06.2004)
İnsan yaşamı boyunca ilerlerken, bir yandan da kendi yaşam felsefesini oluşturuyor elbette. Sınırlarını ve bu sınırların içindeki kendi ve diğerlerinin hareket alanlarını belirliyor. Oyuna girecekleri, oyundan çıkacakları, kırmızı kart görenleri, hatta kalbinde öldürdüklerini(ki süreç içinde bunu ayrıca yazacağım, bu hepimizin hassas olduğu bir duygu)… Biliyorsunuz biz buna ilkeler de diyoruz. Bu adeta ailemizden,sosyal çevremizden ve genetik yatkınlığımızdan çıkan/süzülen bir iksir gibi, bize ait parmak izi gibi.. Biliyoruz ki dünyada kaç tane insan varsa aynı sayıda da düşünce ve bakış açısı var. Herkesin baktığı yerden gördüğü bir doğrusu var. Ancak ilkeler, kişinin “doğru sarmalı” ile değil, baktığı yerden gerçeği nasıl gördüğüyle ilgili. Gerçek tek,doğru göreceli çünkü. İLKESİ; bir insanın temeli, yapı taşıdır dersek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Ve sonunda ilkeler de kararlarımızın ilk işaretleri oluyor. Heykeltraşın eserine son şeklini verdiği ana kadar geçen süre gibi, zamana yayılan ve en mükemmel haline gelene dek sessizce seslendirileceği anı bekleyen kararlarımız…İşte bu ünlemli kelime ya da cümleler,kişinin YAŞAM FELSEFESİnin ayak izleridir aslında.
Bir ben ve yaşanmış ne varsa bunca zaman,
Aynı ipin üzerine dizilmiş inciler gibi,
Ne bir eksik, ne bir fazla: yan yanayız.
Heyhat! Alin yazısı dedikleri bu belki!..
( 18.06.2004 )
Kimileri benim gibi kararlarını aklıyla alıp duygularıyla uygular. Çünkü duygular, benim gibi onlar içinde vazgeçilmez. Dünyasını aklın, orkestra şefi gibi yönettigi yaşamlar da var tabii. Onlar için üzüntü duyduğumu söylemeliyim.Çünkü benim tanımımla AKIL bir “savunma aracı’dır. Her zaman cepte olması gereken…Ancak kendimi zorda hissettigim an’da kullanılmak üzere..Eğer ona ihtiyaç yoksa,her an varlığını hissettirip beni/bizi savunmada tutmadan…Ama yanımda olduğunu bilerek… İhtiyaç anında onu aslanlar gibi kullanacağımdan emin olarak… Oysa; bircok kişinin doğal ve samimi olmasını engelleyen ve daima ben merkezci olan AKIL ile bir sorunları olduğunu düşünen insan sayısı, hiç de az değil.BİZ derken bile kelimelerinden BEN fışkıran insan sayısı o kadar çok ki. Bu ironik bir durum. İşte o zaman soruyor insan !?
Aklın aklı var mı?
Çakışan iki şey gibi,içimde birleşti zaman.
Geçmiş ve gelecek, usulca götürdü şimdiyi…
Sevgi hasret..ki bunca zaman biriktirdiklerim,
Söyleyin: Gece mi daha kara, yoksa gündüz mü matemli?..
( 21.05.2004 )
Aklın aklı var mı?
MESNEVİ’yi okurken öğrendiğim bu başlığı uzun süre içselleştirerek irdelemiştim. O zamandan bu zamana,bunun insan için yaşamsal olduğunu düşünürüm. İnsan soyut ve somuttan oluşan bir varlık ve herşey ancak zıddı ile açıklanabiliyor. Akıl da bunun devamı niteliğinde ve iki çeşit…Cüz’i akıl ve Küll’i akıl…Cüz kısım diye açıklanabilir ve burada da günlük aklı tanımlar. Gün içindeki mücadelelere odaklı ve kişinin ben’ini temsilen hareket eder.Kazanmak mutlu olmak,başarmak,hesap sormak,güzel(somut) olmak,beğenilmek, takdir edilmek,sevilmek hep günluk aklın ilgi alanına girer. Oysa küll”i akıl; akıl ve kalp süzgecinden bakar olaylara..O ben degil,biz diyendir.O çözüm üretmek,o gönül yapmak,o yara sarmak,o merhamettir.O bütünden teke bakar ve bütündeki tüm araçlanı,teki geliştirip, tamir etmek için kullanır.O; güneşten,rüzgardan,toprak,su,hava ve insandan yararlanmaya çalışan,..ve bu amaçla dünyaya şekil veren,daha konforlu kılmak için yola çıkan ve zamanla bizi sonu olmayan bir girdaba sokan günlük(cüz’i) aklın PANZEHİRİDİR.
“Mutluluk” günlük aklın talip olduğu bir duyguyken,..”huzur” taa içimizi ikna eden,doğruluğuna emin olduğumuz,içimizi pamuklara saran,kimliğimizin ihtiyaç duyduğu özgüvenin imzası olan o önemli duygu. Huzur ilaç. Huzur sevgi. Huzur sadakat..Ve huzur,aklımız ve kalbimizin ortaklaşa yaptığı tespitlerin ürünü…
YANİ,..Aklın aklı var.
Daha çok kullanılması tüm insanlığın yararına olacak. Bir gün değil, bu gün olması dileği ile…
SAYGILARIMLA
Melda YAVAŞOĞLU