25 KASIM “KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI ULUSLARARASI MÜCADELE GÜNÜ”
“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım gerekirse hayatımı da” (Patria Mercedes Mirabel 1924)
Dominik’te faşist diktatöre karşı mücadele eden Mirabel kardeşlerin 25 Kasım 1960 da tecavüz edilerek öldürülmeleri nedeniyle dünya tarihinde yerini alan bu gün; kadına yönelik her türlü şiddetin gözler önüne serildiği, tartışıldığı, önlenmesi için gerekli düzenlemelerin yapılması, mevcut mekanizmaların çalıştırılması için kamuoyunun dikkatinin çekildiği bir gün.
Dünyanın hemen her yerinde kadınlar, şekli ve dozu farklı olsa da hayatlarının bir döneminde veya tamamında şiddetle karşılaşıyorlar. Dünya sağlık örgütü tarafından “kadının bedensel bütünlüğüne sırf kadın olduğu için yapılan her türlü fiziksel, cinsel veya psikolojik müdahaleler sonucunda kadının zarar görmesi ve toplum içinde ya da özel hayatında kadına baskı uygulanılarak özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanması” şeklinde tanımlanan Kadına yönelik şiddet kavramı, tüm dünya ülkelerinde gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun önemli bir problem…
2023 yılında 315 kadının cinayete kurban gittiği, 248 şüpheli kadın ölümünün yaşandığı ülkemizde yapılan araştırmalara göre kadınların hayatlarında en büyük sorun, Şiddet! Hem de diğer tüm sorunlara büyük fark atarak birinci sırada… %41 i evli olduğu erkek tarafından öldürülen kadınlarımızın %70 inin öldürülme nedeni kendi hayatları hakkında aldıkları kararlar!..
Bireysel silahlanma yasasındaki ihmaller, ateşli silahlara erişim kolaylığı ve denetimsizlik kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin artmasında önemli bir etken…
Kadının bedenine yönelik somut ve kalıcı izler bırakması nedeniyle fiziksel şiddet daha fazla gündeme getirilse de istatistikler ekonomik ve psikolojik şiddet oranın en az fiziksel şiddet kadar olduğunu ortaya koyuyor.
Fiziksel şiddet, beraberinde psikolojik şiddeti de getirirken ekonomik şiddet diğerlerinin uygulanabilmesine zemin hazırlıyor…
Kadın, fiziksel şiddet ile mücadelede yakınlarıyla, toplumla, devletle iş birliği yapabiliyorken, ekonomik ve psikolojik şiddetle genelde tek başına başa çıkmak zorunda kalıyor… Düşünsenize, kolu kırılan kadına acınır da, kalbi kırılan, kişiliği parçalanan yok edilen, yaşama sevgisi, umutları, sevinçleri hatta geleceği elinden alınan kadının kaç kişi farkına varır acaba?
Ailesinde, iş hayatında, evliliğinde karşılaştığı, yaşamak zorunda bırakıldığı olumsuzluklar, çocuk yaşta evlendirilmesi, erken anne olmaya zorlanması, eğitimden yoksun bırakılması, bir erkeğe bağımlı yaşamak zorunda kalması, kötü koşullarda düşük ücretle hatta kayıt dışı çalıştırılması, “esnek çalışma” uygulaması ile yeniden eve kapanması, sosyal güvenceden mahrum kalması ve en temel hak olan sağlık hizmeti için bile babası ya da kocasının onayına muhtaç olması başlı başına şiddet…
Şiddetle karşılaşan kadınlarla yapılan araştırma çalışmaları, kadınların her eğitim kademesinde şiddete maruz kalsalar da eğitim seviyesi yükseldikçe ve ekonomik güç arttıkça şiddete uğrama oranın düştüğünü gösteriyor. Bu durum kadınlar için eğitimin ve ekonomik özgürlüğün önemini ortaya koyuyor.
Öte yandan hangi yaş, eğitim, ekonomik durumda olursa olsun birçok kadın; yaşadığı taciz, tecavüz ve şiddeti, toplumda kabul görmüş, kök salmış olan; yaşadığı olayı bir şekilde ‘hak etmiş olduğu” yargısı yüzünden sineye çekmek zorunda kalıyor. Toplumun bu çarpık ahlak anlayışı ile mücadele ederken; taciz, şiddet, tecavüz, hatta kadın cinayeti davalarında ceza indirimleri uygulanıyor olması, çoğu zaman suçlunun ceza bile almaması kadınları sessizliğe iten en büyük etken…
Dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de uluslararası anlaşmalar gereği çıkarılan yasalar var elbette, ancak görülüyor ki yasa yapmak tek başına çözüm değil, toplumun tepeden tırnağa insan yaşamına saygılı olmayı öğrenmesi gerekiyor. Aksi durumda şiddete maruz kalan, tacize, tecavüze uğrayan, cinayete kurban giden kadınlar, istatistiklerde bir rakam olarak kâğıt üstünde kalıyorlar.
Türk aile yapısında geleneksel cinsiyete dayalı ayırımcılık özellikle kız çocuklarının ve kadınların toplumsal hayata etkin katılamamalarına ve bunun bir sonucu olarak da birçok açıdan mağduriyet yaşamalarına yol açıyor.
Yapılması gereken; toplumsal anlayışın kadına yönelik tüm olumsuzlukların ortadan kaldırılması doğrultusunda şekillendirilmesidir ki, mevcut iktidarın bu anlamda samimi hiçbir çabasının olmadığı, yaşananlarla açıkça ortadadır, çünkü uygulamalarda, iktidarın dünya görüşünün kadına bakış açısı egemendir ve bu görüşün temel noktası, kadının ikinci sınıf olmasıdır.
Tarikat ve Cemaatleri iş birliği protokolleri ile eğitim sisteminin içine alan iktidar, laik eğitimden vazgeçtiğini açıkça ortaya koymuştur.
Kadını “hizmetçi” ye indirgeyen, toplumsal eşitliği ortadan kaldıran ifadelere yer veren ders kitaplarıyla, (2011 yılında imzaladıkları İstanbul Sözleşmesi 1. Bölüm Md. 1- b “Kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak;” demesine rağmen!) referansı din olan, kadına şiddeti “hak” gösteren bir anlayışı çocuklara aşılamakta, Diyanet fetvaları ile kadına yönelik her türlü baskı ve şiddete zemin hazırlamaktadır.
Kadına yönelik her türlü ayrımcılığın, baskının, şiddetin önüne geçilmesi; toplumsal barış, çağdaş bir toplum için en temel şarttır. Bu nedenle Laik Cumhuriyet’ten, çağdaş bir toplumdan, aydınlık bir gelecekten yana olan toplumun tüm kesimlerinin, herkesin birlikte mücadele etmesi gerekir.
Kadına şiddetle mücadele, planlı ve sürekli olmak zorundadır. Yılda bir gün farkındalık eylemleri gerekli olsa da yeterli değildir.
Ülkemizde kadınların karşı karşıya kaldığı her türlü şiddeti tam bir güven içinde iletebilecekleri bir ortamın olmayışı çaresizliği pekiştirmekteyken, çaresizliğin ezberletildiği kadınlarımıza özellikle yerel yönetimlerce ulaşılmalı, sürdürülebilir çözümler üretilmeli, kendi hayatlarına sahip çıkabilmeleri için başta ekonomik özgürlüklerini kazanmalarına olanak sağlanmalı, İstanbul Sözleşmesi acilen uygulamaya sokulmalıdır.
İktidarın, ülkemizle, kadını var eden Laik Cumhuriyetimizle ilgili planları da ancak böyle bozulabilir.
Unutmayalım ki bir kadın değişirse bir toplum değişir…